Tuncay Dağlı

Tuncay Dağlı

Belediye başkanının göremediği

Belediye başkanının göremediği

Sevdiğim, değer verdiğim bir arkadaşım vardı. Güzel bir işe, kurulu bir düzene sahipken, kalktı durduk yere siyasete girdi, birkaç yıl sonra da belediye başkanlığına aday oldu. Şans bu ya seçildi de.

Şehir iyi bir yönetici kazanmıştı. Ama bana göre keşke seçilmeseydi. Çünkü koltuğa oturduğu andan itibaren ona bir şey oldu. Sanki içinden başka biri çıktı. Ve aramızdaki samimi ve dostane mesafe de giderek açılmaya başladı. Sonunda ben de, birçok kişi gibi onun gözünde sıradan bir gazeteci konumuna gelirken, o da, benim için artık yalnızca bir siyasetçiydi.

Aradan belli bir zaman geçip de, bulanık havuzun içinde ne var ne yok görünmeye başladığı günlerden birinde, bir kafede oturmuş sohbet ediyorduk. Değişik gazetelerde çalışan birkaç arkadaş, belediyenin yaptığı bir tesisin açılış töreninden sonra, başkanın misafiri olmuştuk.

Aslında başkanın maksadı başkaydı. Zaten konuşmalarıyla da bunu hemen belli etti. Basına kırgındı ve sesinin buruk çıkmasından da çok iyi anlaşılıyordu.

Başkan son zamanlarda basının ağır eleştirilerine hedef oluyordu. Yaptıklarıyla da, yapmadıklarıyla da yerden yere vuruluyordu. Yazıp, çizen herkesin amacı da başkaydı. Kimi gerçek gazetecilik yapıp, belediyenin çalışmalarındaki eksiklik ve yanlışları göstererek, olması gerekeni söylüyor, kimi de farklı beklentilere giriyordu.

Tabii başkan en başta bir siyasetçiydi. Her tarafı idare etmesi gerekiyordu. Kiminin ağzına bir parmak bal çalıp, susturuyor, kimine tavır alıp küsüyor, kimiyle de danışmanları aracılığıyla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyordu. Ama herkesi memnun etmek elbette ki mümkün değildi.

İşte böyle bir günde başkan, gazetecileri çay içme bahanesiyle gayr-ı resmi bir ortamda toplamış, sitem ediyordu.

“Biliyorum hepiniz işinizi yapmaya çalışıyorsunuz. Buna hiçbir sözüm yok. Ama her iş olması gerektiği gibi yapılmalı. Tabii sözüm herkese değil. Şuan burada olmayan arkadaşlarınız da var. Onlardan bazıları bana karşı haksızlığın en büyüğünü yapıyor. Aramadan, sormadan, araştırmadan, sadece duyduklarıyla yetinip, ya da olayı yalnızca kendi bakış açılarıyla değerlendirip, yazıp duruyorlar. Peki siz, benim ne çektiğimi biliyor musunuz? Bir gün gelip, o koltukta oturun bakalım. Arkanıza bakmadan kaçarsınız. Ben de memleketime hizmet edeyim diye girdim bu işe. Beni bilen bilir, o kadar da hevesli değildim. Bazen yatakta sabaha kadar gözüme uyku girmiyor.”

Masanın etrafını çeviren gazeteciler pür dikkat başkanı dinliyordu. Başkan sesinin tonuna biraz daha duygusallık katıp devam etti:

“İnanmazsınız ama, çoluğumun, çocuğumun yüzünü zor görüyorum. Hep iş, hep iş. Şunu nasıl yapsam, bunu nasıl etsem diye kafa patlatıyorum. Her şeyi ben düşünüyorum. Şehrin yollarını, kaldırımını, kanalizasyonunu, parkını, bahçesini planlıyorum. Yatırım için parayı nasıl bulacağımı, nereden kredi çekeceğimi, işi kaça yaptıracağımı düşünüyorum. İhaleyi alan işi yapacak mı, yoksa kaçacak mı? İş bitecek mi, yarım mı kalacak acaba deyip, strese giriyorum. Bazen kalbim sıkışıyor, nefes alamaz oluyorum.

Bu arada bir de insanların kişisel dertleriyle uğraşıyorum. Siz de bazen tanık oluyorsunuz, sokakta yürürken bile rahat yok. İş isteyen, para isteyen, ev isteyen, hangi birine yetişeyim bilmiyorum ki. Geçen gün yaşlı bir amca gelmiş “başkan beni evlendir, evlendirmezsen kendimi yakacağım” dedi. Haydi buyur.. Belediye başkanı değil de, sanki çöpçatan bürosu işletiyorum.”

Masada oturan gazetecilerden biri espri olsun diye, “Ne olacak sanki başkanım, vatandaşın hayrına girersiniz” deyince, başkan derin bir nefes aldı. Devam etti;

“Haklısın ama bu iş hayırla, şerle olmuyor ki. Olayın ardı arkası kesilmiyor. Her şey bunlarla da kalsa iyi. Bir de bunun muhalefeti var. Ne yapsam suç, ne söylesem yanlış. Attığım adımı takip ediyor, her şeye bir kulp takıyorlar. “Gelin birlikte yapalım, şehri birlikte yönetelim” diyorum, ona da yaklaşmıyorlar. Bu arada bazı gazeteci arkadaşları da yanlarına almışlar, doğru yanlış demeden, bir sürü aslı astarı olmayan haber yazdırıyorlar. Memleketin işiyle mi uğraşacağım, muhalefete mi karşı koyacağım, yoksa yalan haberi mi doğrulatmaya çalışacağım? İnsanların işi gücü yok benimle uğraşıyor. Bırakın kardeşim işimizi yapalım, değil mi ya?

Başkan konuşurken içmeyi unuttuğu çayından bir yudum alırken, bir gazeteci araya girip, “Başkanım basın danışmanınızı göremedik, o burada yok” dedi, imalı bir şekilde.

Başkan masada oturanları gözleriyle süzdükten sonra derin bir nefes aldı ve, “Onu dün gönderdim dedi. Sonra devam etti:

“İnsanlar ona kızıp, bana saldırıyor. Ben işinin ehli biri sanmıştım. Güya benimle, basının arasını düzeltecekti. Fakat daha da bozdu. Soruşturdum, ne arayan gazetecilerin telefonuna çıkıyormuş, ne de gazete bürolarını ziyaret edip, ilişkilerini güçlendiriyormuş. Patladım sonunda. Karşıma alıp, ‘sen ne iş yaparsın kardeşim?’ dedim. İyisin, hoşsun ama kimse seni sevmiyor. Biraz sempatik ol, biraz insanların gönlünü al. Her gün biri arayıp, seni şikayet ediyor’ dedim. Baktım, mırın kırın ediyor, gönderdim.”

Başkan dertliydi ama zaten görevi vatandaşın derdine derman olmak, şehrin sorunlarını çözmekti. Şikayet etmesi gereken aslında o değildi.

Çayını bitirdikten sonra, “Sık sık bir araya gelelim. Böyle sohbet güzel oluyor” deyip, kalktı. Aslında mesele sohbet etmek değildi. Başkan ayağına dolanan sorunlardan birini görmüş, muhataplarına ilk ağızdan içini dökmek istemişti. Ama göremediği daha çok şey vardı. Zaten o ortamda çevresini saran canlı duvardan dolayı görmesi de mümkün değildi. Onun gördüğü sadece aynadakinden ibaretti. Bunu da gelen ilk seçimde koltuktan kalkınca anladı!

Bu yazı toplam 2390 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuncay Dağlı Arşivi
SON YAZILAR