Tuncay Dağlı

Tuncay Dağlı

Bize sanatçı ruhlu yöneticiler lazım

Bize sanatçı ruhlu yöneticiler lazım

Geçen hafta birkaç gün Ege Bölgesi’ndeki bazı şehirleri dolaştım. Kent merkezlerini, dağları, ormanları, kıyıları, tarihi kalıntıları gezdim. Dağa çıktım, deniz kenarındaki kumsalda yürüdüm. Dolaşırken aynı zamanda insanları gözlemledim, binaları, yolları, parkları inceledim. Büyükşehir, köy, kasaba demeden gönlümün götürdüğü yere gittim. Kendimi kısıtlamadan, sınırlama, yönlendirme olmadan kafamın estiğince gezdim. Aslında bir amacım vardı tabii ki, fakat fırsattan istifade aylardan beri koronavirüsten korunmak için eve kapanmanın hıncını çıkarırcasına kafama göre takıldım. İyi de ettim.

Bu gezi sırasında gördüğüm yerleri, konuştuğum insanları, şehirleri hep birbiriyle kıyasladım. Genel bilgi ve tecrübelerimi yenileriyle harmanladım. Ve sonunda şu sonuca vardım; memleketin neresine gidersen git, insanların çoğunluğundaki düşünce yapısı aynı. İstisnalar elbette ki kaideyi bozmaz ama yöresel kültür hemen hemen kaybolmuş durumda. Davranışlar, olaylara bakış açısı, beklentiler, insan ilişkileri öylesine iç içe girmiş ki her şey basmakalıp bir hale gelmiş. Her şey birbirinin kopyası, taklidi olmuş.

Şehirlerimize gelince; inanmazsınız ama ben artık gezdiğim yerlerde gördüklerimin hangisinin hangi şehirde olduğunu karıştırmaya başladım. Sahile iniyorsun bir gün önce gittiğin yerin aynısı, binalara bakıyorsun kalıptan çıkmış gibi dört tane düz duvar, bir iki balkon ve pencerelerden ibaret, kat kat apartmanlar.

Kafesi de aynı, marketi de, manavı, lokantası da. Özgünlük yok denecek kadar az. Farklı mimarisi olan, sanat eseri değeri taşıyan, akılda kalacak özellikte bir yapı ara ki bulasın. Sanki biri kendine görev edinmiş de, bütün memleketi dolaşıp, her şeyi belli bir standarda sokmuş.

Tabii bu düşüncelerimi yalnızca bu gezimde gözlemlediklerimle yetinerek ifade etmiyorum. Bu yaşıma gelene kadar Adana, İzmir, İstanbul başta olmak üzere ülkemin birçok büyükşehrinde yıllarca yaşadım, birçok yeri gezdim, gördüm inceledim. İnceledim diyorum, çünkü ben öyle yolda, kaldırımda, sahilde yürürken, dolaşırken birçokları gibi “bakar kör” davranmam, baktığım yeri görür, hafızama kazırım. Hatta ilk kez gittiğim bir şehrin en yüksek yerine çıkar, oraya mutlaka kuşbakışı bakarım ki nasıl bir görünüme sahip, ana caddeler nereye çıkıyor, meydanı, denizi, gölü, nehri, binaları hangi tarafta diye beynime not ederim.

Çok ilginçtir, şehirlerimiz de, köy ve kasabalarımız da insanlarımız gibi neredeyse birbirinin aynısı olmuş. Fark yok, özgünlük yok, akılda kalıcı bir tarafı yok.

Sokağa çıkın; birkaç kişiyle siyaset ya da ekonomi üzerine sohbet edin veya güncel konularla ilgili fikirlerini sorun, alacağınız cevaplar yüksek olasılıkla birbirinin aynısı olur.

Şehirlerde dolaşın; sanata, sanatçıya değer verilen, önemsenen dönemlerde yapılan tarihi eserler dışındaki tüm binalar tornadan çıkmış gibi. Yollar, kaldırımlar, parklar, bahçeler kopyala yapıştır türünde.

İstanbul, Ankara, İzmir, Adana gibi şehirlerimizi zaten betona gömmüşüz de, farklı olduklarını düşündüğümüz şehirlerin kenar semtlerinde dip dibe yükselen hilkat garibesi binaları görünce, insanın, “bunları kim, hangi düşünce, hangi bakış açısıyla yapıyor, hiç mi sanat tarihi okumamışlar, hiç mi geçmişten örnek almayı düşünmemişler” diyesi geliyor.

Tabii burada şunu da söylemeden edemeyeceğim; insanların tek düşünceleri hep daha fazla para, mal, mülk edinmek olunca, nereden nasıl daha çok kazansam diye kafa yorunca, ortaya da böyle eciş bücüş bina, cadde, sosyal proje diye yutturulan rantsal yatırımlardan oluşan karman çorman şehirler çıkıyor.

Şehirleri planlayıp, yönetenlerde sanatçı ruhu yoksa, yaşama ve yaşam alanlarına bir sanatçı gözüyle bakıp, yeni projelerin sanat eseri denebilecek güzellikte hayata geçirilmesini sağlayamıyorlarsa ve “yapın gitsin” mantığıyla hareket ediliyorsa, “orayla ilgili bir yorum getirmeye de gerek yoktur zaten.

Yani basmakalıp düşüncelere ve tek yönlü bakış açısına sahip, özgünlüğe, farklılığa, kalıcılığa değer vermeyen ya da bunların ne olduğunu bile bilmeyen yöneticilerin olduğu yerlerde, ortaya çıksa çıksa, doğal ve tarihi değerler dışında, birbirinin kopyası olan ve adına da “şehir” denen beton yığınları çıkıyor.

Peki, bu ülkede büyük, küçük tüm şehirler hep böyle birbirinin kopyası olacaksa, her şey birbirini taklit edecekse, şehirlerin yönetildiği koltukların çoğunda da kendi kafasını yormadığı gibi, yoracak insanlarla da çalışmayan yöneticiler oturacaksa, o zaman biz neden seçim meçim yapıyoruz ki, atayalım memur gibi, önüne de koyalım yapılacakların listesini olsun bitsin.

Yanlış konuşuyorsam, “yanlış” deyin. Ama bunu demeden önce şöyle biraz etrafınıza görerek bakın, gezin, dolaşın, fark var mı, yok mu anlayın.!

Bu yazı toplam 2077 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuncay Dağlı Arşivi
SON YAZILAR