Süleyman Akbulut

Süleyman Akbulut

“HAY AKLINIZLA BİN YAŞAYIN MI” DİYELİM?  

“HAY AKLINIZLA BİN YAŞAYIN MI” DİYELİM?  

Kim demiş kent artık sakin.

Atraksiyonsuz günler yok değil.

Trafiğimiz yoğun, park yeri kavgalarında yumruklar konuşuyor, mekanlar silahlı saldırıya uğruyor…

Evet, bunlar yaşanıyor. İnsanın olduğu yerde yaşanıyor.

Muğla’nın, Muğlalının pek alışık olduğu durumlar değil ama alışacağız.

Büyüyoruz. Nüfus olarak çoğalıyoruz. Alanın ve reflekssizliğimizi boşluğunu anlayıp, görenlerin cazibelerini kabartıyoruz.

Ama Allah’tan ne olursa olsun sağduyumuzu hala kaybetmemeye çalışıyoruz. Sağduyumuz yaşadığı sürece, bu münferit olayları da beraberinde eritebileceğimiz umudumuzu koruyoruz.

Gelin görün ki, gazete sayfalarımıza konu olan bir olayı ve bu yöndeki düşüncelerimi paylaşmadan geçemedim sizlerle.

Öyle bir yaşanmışlık ki, “üniversite hocalarının geldiği son nokta” dedirtir nitelikte.

Tabi bunu genelleyemesek de, bana dedirtti inanın.

Neden bahsettiğimi anladınız pek tabii ki. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Meslek Yüksekokulunda görevli bir akademisyenin makam odasına ait kapının altından bırakılarak, korku ve panik yaratan ve içinde nişasta olduğu tespit edilen zarftan söz ediyorum.

Devletin tüm sağlık ve buna bağlı afet ve acil durum birimlerinin meşgul edildiği olay hani.

Bir yerde makam kapısının altından bırakılmak suretiyle kendisini korkutmaya yönelik bir eşek şakasına maruz kalan akademisyen, diğer yerde bu şakayı yapan iki öğretim görevlisi.

Kimsenin asık suratlarla kendini günün her saatine kendini bilime adasın istediğimiz yok ama kamu zararı oluşturacak şaka yapmak da neyin nesi anlamış değilim.

İşin tuhafı böyle garipliklerin, yüz akımız üniversitemiz ile aynı cümle içinde kullanılıyor olması da cabası.

Neyse olan olmuş, o iki şaka sever istedikleri korkuyu sadece makamına zarf bıraktıkları hocaya değil, herkese yaşatmayı başardılar. Aferin. Sizi unutmak mümkün olmayacak.

Bilim alanında bilmem ama üniversite tarihine bu yaratıcı şakayla geçtikleri aşikar. Birçok şaka severe de nişastanın hangi alanlarda kullanılabileceği yönünde ufuk da açtılar.

Bu olay bana yıllar önce yine üniversitede yaşanan bir olayı hatırlattı. Nişasta şakasına gülmedim ama o dönem yaşanılana çok gülmüştüm.

Düzenlenen bir resepsiyonda iki profesörün kavga ettikleri bir olay yaşanmıştı. Birbirlerinden hoşlanmadıkları adeta herkesin dilinde olan hatırı sayılır iki akademisyenin o dönem gündeme geldikleri olayı hatırladım.

Beni en çok güldüren de, iki akademisyenin kavga etmelerini bir tarafa bıraktım, ertesi gün, konunun muhatabı olan ve aynı zamanda yüksek bir konuma da sahip olan profesörlerin biriyle konuya yönelik yapmak istediğim röportaj talebim kabul görmüş ve o dönem, bu talebimin yerine gelmeyeceğini öngören ve muhatabın röportaj vermeyeceğini düşünen üniversite çalışanlarını da şaşırtmıştım.

Hem de ne röportaj çıkmıştı. Hala gülerim.

Konu muhatabı ve makam sahibi zat-ı muhterem mikrofona başlar olayı anlatmaya, “Ben oradan geçerken, bana çelme taktı, ben döndüm onun yakasına yapıştım o ara bir arbede yaşandı, bana yumuk attı” diye.

Nasıl harika değil mi?

Pişmanlık yok, gündem hala sürdürülüyor, şikayet mekanizması mikrofona işliyor. Yapıcı hiçbir cümle yok. Üstüne, “O bana çelme taktı, ben yapıştım, o vurdu” tarzında bir anlatım. Bir haberci için tadından yenmez nitelikte bir haber iken, kafalardaki akademisyen olgusunun dışında söylemler.

Olayın kahramanlarını biliyorum. Konuya vakıf olanlar kimlerden söz ettiğimi hatırlayacaklardır.

Kişilerin isminin önemi yok, detaylandırmayacağım. Aklımda kazılı kalmış. Sokaktaki olay olsa unuturdum ama üniversitede olunca insan konduramadığından unutamıyor.

Ne de olsa “koskoca profesör” yaftası yemiş koca koca adamlar, nasıl unuturum.

Bu olayı bana hatırlatan şu zarf şakasının kahramanlarının, koskocaya maruz kalmış akademik unvanları belki daha sonra olacak ama koskoca adamlar noktasında yapıp, yaşattıkları bizi bir kere daha düşündürttü.

Bu kadar yaratıcı bir şaka beklemiyorduk. Atraksiyonsuz günlerimize iyi geldi.

O iki afacan öğretim görevlisinin de yaşattıkları korku ve panik nedeniyle önce insanlığa, sonra öğrencilerine ve mesai arkadaşlarına bir özür borçları var.

Pişman olduklarını belirtmişler ve adli makamlarca tutuksuz yargılanmak suretiyle serbest bırakılmışlar.

Üniversitenin şaka kotası doldu.

Buna ne diyelim?

“Hay aklınızla bin yaşayın” mı diyelim?     

Bu yazı toplam 911 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Akbulut Arşivi
SON YAZILAR