TEVAZU VE KİBİR

TEVAZU VE KİBİR
     1-  Sözlük ve Terim anlamı“Tevazu” kelimesi Arapça“v-d-a” kökünden gelerek, “tefâul” babının mastarı olarak karşımıza çıkmaktadır. ” fiilinin anlamlarına baktığımızda: - bir şeyi bir yere bırakmak,...

     1-  Sözlük ve Terim anlamı

  • “Tevazu” kelimesi Arapça“v-d-a” kökünden gelerek, “tefâul” babının mastarı olarak karşımıza çıkmaktadır. ” fiilinin anlamlarına baktığımızda: - bir şeyi bir yere bırakmak, koymak;  - bir şeyi elinden bırakmak;  - Birini mertebesinden aşağılatmak; –borcunun bir kısmını vermek; - birini zelil kılmak; - sözü uydurmak, gibi anlamlara gelmektedir.

Tevazu: Lügat anlamı itibariyle Arapça vaz’ dan türemiş olup, Türkçede alçak gönüllülük, yüzü yerde olma, gösterişsiz gibi anlamları ifade etmektedir. Bu özelliğe sahip kimseye de mütevazi denmektedir. Alçak gönüllülük ise kibirsiz davranmak, büyüklük taslamamak anlamlarına işaret ederek kibir ve gurur kelimelerinin zıddı olarak karşımıza çıkmaktadır. Terim anlamı itibariyle tevazu kavramı bir yandan bir insanın kendisini başkalarından daha büyük, daha üstün, daha önemli ve daha değerli olarak görmemesi hali, soyu sopu, malı mülkü, makamı mevkii, gücü kuvveti, şanı şöhreti, eşi dostu, boyu posu, ilmi irfanı, zühdü takvası ne kadar çok ve iyi durumda bulunursa bulunsun, bütün bunları yok sayıp kendini başkalarından üstün ve önemli görmemek tevazuun temelini teşkil etmektedir. Diğer yandan insanın Allah karşısında gerçek yerinin şuurunda olup, ona göre davranması ve halk arasındaki durumunu da bu anlayış çerçevesinde değerlendirip, kendini insanlardan bir insan veya varlığın herhangi bir parçası olduğunu kabul etmesini ifade etmektedir.1

Yukarıdaki bilgiler dikkate alınarak araştırmamızda tevazu kavramı şu anlamda kullanılmıştır: Kendimizden daha büyük olan bir şeye bağlılığımızın ve insan kardeşlerimiz ve hayatın tümüyle olan karşılıklı bağlılığımızın farkında olma, ne olursa olsun, neye sahip olursa olsun hiçbir zaman Tanrı gibi kusursuz olamayacağını bilme ve başkasına karşı gelecek ya da onun hoşuna gidecek her türlü davranıştan sakınarak, onun önünde kendi benliğimizi silme yönünde bir eğilimdir. Bu eğilimi doğuran nedenlerin farklılığına göre bir erdem ya da kusur olabilen bir davranış biçimidir. Kibir: Bir yandan “Tevazu” kavramının zıddı olması, diğer yandan şeytana atıf edilen bir kavram olması açısından üzerinde durulmasında yarar vardır.

 Kibir: sözlük anlamı itibariyle Arapça bir kökten gelmiş olup; 1) Büyüklük, ululuk; 2) Kendini büyük görme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme anlamlarını ifade eder.2

Terim anlamı ise kişinin kendini başkalarından büyük sanmasıdır, bir büyüklük zannıdır; insanın kendisini, olmak isteyip de olamadığı şey sanmasıdır. Kur’an’da da belirtildiği üzere yasaklanmış bir eylem olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Kur’an’da tekebbür ve istikbar kelimeleri eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Zayıf ve âciz bir varlık olduğunun bilincinde olan kimsenin ne Allah’a ne de insanlara karşı büyüklenme duygusuna kapılmayacağı belirtilerek kibrin ruhî bir rahatsızlık olduğu ifade edilmektedir.

-Kur’an’da tevazu kavramı

  • Diyanet İşleri Başkanlığının hazırladığı Kur’an-ı Kerim Mealinde ise sırasıyla şu sürelerin ayetlerinde “tevazu” konusu ele alındığını görüyoruz.

- Nisa süresi 36, 172, 173. Ayetleri

- Nahl süresi 23. ve 29. ayetleri

- İsra süresi 37-38. Ayetleri

- Furkan süresi 63. Ayeti

–Lokman süresi 18-19. ayetleri

- Secde süresi 15. Ayeti

Kur’an’da “tevazu” kavramını betimlerken belirttiğimiz süreler ve ayetler temel alınmıştır. Kur’an-ı kerime baktığımızda “tevazu” kavramına  Furkan suresi 63. Ayetindeki “hevn” kelimesi ile değinildiği düşünülmektedir.  “hevn” kelimesine baktığımızda, sakin, ağırbaşlı olmak, vakar, alçak gönüllü, yumuşak olmak – anlamında kullandığını söylemek mümkündür. “tevazu” sahibi kimsenin bu niteliğinin yürüyüşünde de yansıması gerektiği sonucuna varılabilir. Çünkü “tevazu” söz konusu ayette genel anlamı ile Allah'ın büyüklüğünü düşünerek kibir ve gururdan kaçınmak, vakarlı olmak, ağır başlı olmak ve görgüsüz kimselerin kendilerine yönelik takıntılarına doğruluk, güzel sözle karşılık vermek, misli ile karşılık vermekten kaçınarak hilmi ile mukabele etmek, karşılık verirken günah söz söylemekten kaçınmak olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir deyişle yeryüzünde yürüyüşleri ve hareket tarzları mülayimdir. Zorba, mağrur, kibirli, saygısız, kaba ve haşin değil; sükûnet ve vakar ile alçak gönüllü bir şekilde terbiyeli, nazik ve yumuşak yürürler. Etraflarını sıkıntıya sokmaz, eza vermez, sendeler gibi gitmez, hesaplı, saygılı, merhamet tavrıyla güven ve huzur yayarak giderler.

Hâlbuki Kur’an gerçek inanan kullarının sonunu mutlulukla ödüllendirileceği sözünü sık sık hatırlatmaktadır. Dolayısıyla “tevazu” sahibi kimsenin ağır başlı ve vakarla yürümesinin altında inancının verdiği onurun yansıması yatmaktadır. Yine söz konusu ayeti süre bütünlüğünde değerlendirdiğimizde “tevazu” kavramının aşağıdaki Rahman’ın kullarının özelliklerinin133 şekillenmesinde temel teşkil ettiğine şahit oluruz.

Ayrıca Kur’an-ı Kerim “ hevn ” kavramını, putperest Arap toplumunun ortak zihniyetini ifade eden Cahiliye davranışlarına karşı tepki olarak müminlerin ortak zihniyetini ifade eden anlayış biçiminde kullanıldığını söylemek mümkündür. Çünkü Cahiliye zihniyeti kendini beğenmişlik, küstahlık, hoyratlık, saldırganlık gibi tutumlardan oluşmakta ve sözlü sataşmalarla sergilenen alaycı ve küçümseyici tavırlar ağır basmaktadır. Dolayısıyla bu sataşmalara selâmla karşılık vererek barışçı ilkelere dayalı uygarlık ahlâkına işaret etmektedir.

Kibir tevazunu zıddı bir kavramdır ve Kur’an-ı Kerimde, sevinçte taşkın olmak, kibirli ve edalı olmak, salını salını yürümek , neşeli/şen olmak mutlu/mesut olmak, şiddetli ve aşırı şekilde sevinmek, sevinçte genişlemek veya açılmak, sınırı aşmak ve coşmak gibi anlamlara gelen  “merah” kelimesi ile ifade edilmektedir.

“Sakın yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin” 3

“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüneni sevmez”4

Başka bir deyişle  kibir veya aşırı şımarıklık ya da sınır tanımazlığın bireyin davranış biçimini, hatta yürüyüş tarzını ele geçirebilecek bir gerçeklik olduğunu gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla böyle bir zıt anlamlı kelime ile “tevazu”nun önemine vurgu yapılırken, tevazu kavramının hoş görülmeyen böbürlenme, şımarma, haddini aşma gibi eylemleri kontrol edici, yönetebilici bir güç olduğu sonucuna götürmektedir. Çünkü bahsettiğimiz ayetler karşındaki kimseye yüz çevirmeme, sesimizi yükseltmeme, doğal olma gibi özellikleri “tevazu” kavramının anlam ağına dâhil ettiğine şahit olunmuştur.

 

Hadislerde Tevazu ve Kibir Kavramı

Peygamber ümmetini şöyle uyarmıştır: “Allah Teala bana; O kadar mütevazi olun ki kimse kimseye böbürlenmesin, kimse kimseye zulmetmesin! diye emretti” 5.

“Bir gün Allah’ın Resulü, Cibril ile oturmuş sohbet ediyordu. O anda semadan bir melek indi. Cebrail (aleyhisselam) bu meleğin dünyaya ilk defa indiğini söyledi. Melek: - Ya Muhammed! Beni sana Rabbin gönderdi. Melik bir peygamber mi, yoksa kul bir Peygamber mi olmak istediğini soruyor? – dedi. Peygamber Cebrail’e (aleyhisselama) baktı. O da mütevazi olmasını işaret ederek; - Ey Allah’ın Resulü! Rabbine karşı mütevazi ol! – dedi. Allah’ın elçisi; - Kul bir peygamber olmayı isterim 6 diye duyurarak alçak gönüllülükle tercihini belirtmiştir

Kur’an ve sünnete baktığımızda Tevazu  Rahmanın has kulları olma şerefine ulaştıran, mü!minin en önemli hasletlerindendir.  Kibir ise, iblisi bir sıfatıdır. Mescid-i Nebevi inşa edilirken herkes gibi kerpiç taşımış, hendek kazımında herkes açlıktan karnına bir taş bağlarken iki taş bağlayan Peygamberimizin davranışıyla da örtüşmemektedir.

Tevazu katlanmak değil bir hoşgörü/ müsamaha halidir. Hoşgörü ile Tevazu kavramlarının anlam ağları ise iç içedir. Her iki kavram da sözlüklerdeki kullanımları itibariyle hiçbir olumsuz anlam taşımamaktadır. Hem hoşgörü hem de tevazu bir samimiyeti, bir sevgi ve saygıyı, kalpten hissedilen bir duyguyu ifade etmektedir. Tevazu konusu ele alınan; “Rahman'ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) "Selam!" derler (geçerler)” mealindeki ayeti de hoşgörü örneğini sergilemektedir. Günlük hayatta  tevazu sahibi bir yönetici, yönettiği insanlara değer verdiğinden, onları da en az kendisi kadar düşündüğünden onlarla ilişkilerinde en uygun kaliteyi yakalamaya çabalamakta, tevazu sahibi bir baba eşi ve çocuklarına verdiği değerden hareketle ailede kaliteyi yakalamaya odaklanmaktadır. Tevazu sahibi bir inşaat mühendisi ise içerisinde oturacak olan insanlara verdiği değerden hareketle, inşaat kalitesinde sıfır hatayı hedeflemekte, tevazu sahibi bir öğretmen öğrencilerine ve okulların çıktısının etkilendiği topluma verdiği değerden hareketle plan-program hazırlamada, eğitim-öğretim uygulamalarında kaliteyi hedef haline getirerek, kaliteli öğretmenliği hedeflemektedir. Bir üretici tüketicilere verdiği değer bağlamında sıfır hatayı hedeflemekte, vatandaş rolüyle insan, sahip olduğu tevazu sonucu devlet ve millete ait kaynakların kullanımındaki duyarlılığıyla kaliteyi yakalamaktadır.

Netice itibariyle Dünya denilen gezegende her birimiz bir insanın ne kadar yer kapladığını bir an için düşünebilelim diye. Zaten dünyamız uçsuz bucaksız kainatta çöldeki bir kum tanesi bile değilken bizim dünyadaki yerimiz o kadar bir yer bile değildir. Yaratıldığımız muhteşem ve muazzam büyüklükteki kainata kıyasladığımızda bu alemde zikredilmeye bile değecek kadar bir yerimiz yoktur. Ama insan denilen varlıkta ego ve kibir denilen çok kötü bir karakter potansiyeli mevcuttur. Kainattaki durumuna bakmadan insan denilen aciz varlık kime ve ne için kibirlenebilir.Hakbuki büyüklük ve kibriya sıfatı yalnızca bu olağanüstü alemleri yaratan Yüce Allaha (C.C.) mahsustur. İnsanın büyüklenecek hiç bir  şeyi yoktur. Güzellik, yakışıklılık için övünecek olsa, onlara çalışıp çabalayarak kendisi sahip olmamıştır. Vücudumuza baktığımızda  bütün faaliyetlerin hepsini bir buçuk kilo kadar ağırlıktaki bir et parçası olan beyin dediğimiz bir yığın et parçası düzenleyip yürütmektedir. Yüce Rabbimizin Furkan Suresi 63. Ayeti Kerimesinde “Rahmân’ın has kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler…” buyurduğu üzereİslam dininin mensupları olarak imanımızın bir gereğidir ki, kibir bir müminde asla olmamalıdır. Mümine yakışan tevazu dediğimiz alçak gönüllü olmaktır. Yüce Yaratanının karşısında acziyetininin farkına varıp boyun bükmek ve O’na teslim olmaktır. Diğer insanlara karşı kibirlenmemek ve onlara tevazu göstermek müslümana yakışan ve de olması gereken en güzel vasıflardan biridir. Müslümanlar olarak her zaman alçak gönüllü, mütevazi kişiler olmalıyız.

Tevazunun aslında insanı yücelten bir meziyet olduğunu  , Mütevazı olmanın, Cennet ehlinin özelliklerinden biri olduğunu , Müslüman bir kardeşimizi küçük görmenin kötülük olarak bizlere yeteceğini asla unutmamalıyız.

Öyleyse geçici dünyaya aldanıp birbirimizi üzmeyelim. Dünyamızı zindana, ahiretimizi cehenneme çevirecek olan kibirden, gururdan sakınalım. Yeryüzünde böbürlenerek yürümeyelim. Hatırımızdan hiç çıkarmayalım ki Yüce Rabbimiz, alçak gönüllü, mütevazi insanlardan hoşnut olurken kibirlenen ve kendisiyle övünen kimseleri hiç sevmez.

1-Mehmet Canbulat, “tevazu”, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB yay, Ankara, 2006, s. 657. 

2-“kibir”, Türkçe Sözlük, TDK, 9. baskı, Ankara, 1998, II, 1321.)

3- İsra 17/37.

4-Lokman 31/18

5- Müslim, Cennet, 64.

6-Ömer Çelik, Murat Kaya, Üsve-i Hasene; Kullukta – Ahlakta – Adabda En Güzel İnsan, Erkam Yay., İstanbul, 2003, s. 267.

Bu haber toplam 7154 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.