Tuncay Dağlı

Tuncay Dağlı

Yolumuz Atatürk’ün yoludur

Yolumuz Atatürk’ün yoludur

Havada bulut yok, bu ne dumandır?

Mahlede ölen yok, bu ne figandır?

Şu Yemen elleri ne de yamandır

Ano Yemen'dir, gülü çemendir

Giden gelmiyor, acep nedendir?

Burası Muş'tur, yolu yokuştur

Giden gelmiyor acep ne iştir?

Büyük Önder Atatürk, Yemen Türküsü’nü dinlerken hep ağlarmış. Mehmetçiklerimizin uzak diyarlarda şehit olup, evlerine dönememiş olması tüm Türk ulusu gibi Atamızı da derinden üzermiş.

Annemin Babası Hüseyin Çavuş da ‘redif’ asker olarak Yemen’e gidenlerden. Eşi ve üç çocuğunu geride bırakarak.

***

Dedem tam yüz beş yaşında vefat etti. Anneannemi ise ondan yirmi yıl kadar sonra, üniversitede okuduğum yıllarda kaybettik.

Birkaç günlük tatil için İzmir’den, İskenderun’a gittiğimde, annem buruk bir sesle,

“Neneni de kaybettik oğlum” dedi.

Birden geçmişe gittim, iki büklüm yürüyen anneannemin yeşil gözlerini, kınalı saçlarını hatırladım. Son zamanlarda gözleri iyi göremiyordu. Onu ziyarete gittiğimizde, elini öperken, kendimizi tanıtmak zorunda kalıyorduk. O da yanaklarımızı okşayıp, “Yaşlılık işte, gözlerim de görmez oldu yavrum” diyordu.

Yüz yaşına kadar yaşayan anneannem, dedemin ikinci eşiydi. Dedemin yedi çocuğundan üçü ilk eşinden, dördü de ikinci eşinden, yani anneannemden doğmuştu. Anneannemin adı Emine’ydi ama herkes ona ‘Emne’ derdi. O bizim Emne nenemizdi.

Annemin çok sonraları anlattığına göre, anneannem, dedem öldüğünde çok üzülmüş, günlerce ağlamış. Onu çok severmiş. Bir dediğini iki etmezmiş. Dedemin ilk eşinden doğan üç çocuğuna da, kendi öz çocukları gibi bakıp, büyütmüş. Ama dedem de, anneannemi severmiş. Akşamları günlük işler bitip, yemek yendikten ve çocuklar uyuduktan sonra yan yana oturur, uzun uzun sohbet ederlermiş.

Dedem, anneanneme, çocuklarla ilgilenip, ev işleriyle uğraşırken yorulduğunu hatırlatır, kendini fazla yıpratmamasını istermiş.

“Kendine iyi bak, seni de kaybetmek istemiyorum” diye uyarırmış.

Bunu söylerken de içi burulur, gözleri dolarmış. Ama sonra derin bir nefes alır, “Vatan sağolsun” dermiş.

Annem, bir Atatürk’le, bir de dedemle gurur duyardı. Bana, Atatürk’ü anlatmasa, dedemi anlatır, dedemi anlatmasa, Atatürk’ü anlatırdı. Çünkü savaşı yaşamasa bile savaşın her anını dedemden duymuş, hayal etmişti. Kendi yaşamında ise savaş sonrasının getirdiği yokluğu, sefaleti görmüştü.

Atatürk’ü kaybettikten sonra, İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin geçirdiği zorlu yılları yaşamıştı. Ve dedemin ‘inşallah savaşa girmeyiz’ sözleriyle hissettiği korkularını, kendi içinde de duyumsamıştı.

Annem,  Atatürk’ü anlatırken, “Memleketimizi kurtarmak için ne zorluklar çekti. Tek başına tüm dünyaya meydan okudu. Allah ondan razı olsun” derdi.

Dedemin savaş yıllarında yaşadıkları ile Atatürk’ün yaşadıklarını özdeşleştirmişti annem. Çünkü dedem savaş sonrası evde, çarşıda, bağda, bahçede o kadar çok Atatürk’ten söz etmiş, çocuklarına o kadar çok onu anlatmıştı ki, annem ikinci baba olarak Atatürk’ü bilmişti.

Yemen’de dört yıl kalan Dedem, geri dönebilme şansına sahip olan askerlerdendi. Ancak çöl diyarında yaşamını kaybetmese bile kendisini öldü sanan eşinin başkasıyla evlenmesi, yüreğinde derin bir yara açmış. Ancak acısını içine gömüp, Emine nenemle evlenmiş. Ve ondan doğan dört çocuğuyla birlikte, yedi çocuğuna örnek bir babalık yapmış. Onları Atatürk sevgisi, vatana, millete ve cumhuriyete bağlılık duygularıyla yetiştirmiş. Ölmeden önce de hepsine vasiyet edip, “Atatürk’ün yolundan hiçbir zaman ayrılmayın” demiş.

Bu yüzden bizim yolumuz dededen, atadan beri Atatürk’ün yoludur. O yoldan dönmeyiz. Ona olan derin sevgimiz, cumhuriyete olan bağlılığımız hiç bitmez, bitmeyecek.

***

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız tüm ulusumuza kutlu olsun

Bu yazı toplam 4294 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuncay Dağlı Arşivi
SON YAZILAR