BOZKIRIN RENKLERİ

BOZKIRIN RENKLERİ
“Maziyi yâda daldığım zaman,Renkler belirir tâ uzaklardan:gMavi, kırmızı, beyaz ve siyah;-Her renk ayrı bir hâtıradır ah!-Renkler renklere renkleri ekler,Olurken için renklere mahşer.”Cahit Sıtkı Tarancı “Maziyi Yâda...

“Maziyi yâda daldığım zaman,

Renkler belirir tâ uzaklardan:g

Mavi, kırmızı, beyaz ve siyah;

-Her renk ayrı bir hâtıradır ah!-

Renkler renklere renkleri ekler,

Olurken için renklere mahşer.”

Cahit Sıtkı Tarancı “Maziyi Yâda Daldığım Zaman” şiirinden

Cahit Sıtkı misal bizler de maziyi yâda daldığımız zaman her karşılaştığımız renk; bir şeyleri, bir yerleri, birilerini hatırlatır.

Mesela hayvanlarımız için kullanırdık renk adlarını…

Avşar Karabey’in (büyükbabamın) çocukluğumda üç dört tane atı vardı. En çok doru küçük kısrağa binerdim. Koyu kırmızı rengini bizim küçük kısrağın renginden öğrenmiştim. Hatta onun üstünden düşüp kolumu kırmışlığım bile vardı. Vahap emmim rahmetlinin yağız bir atı vardı. Simsiyahtı gece gibiydi. Ürkerdim atın renginden. Bir de al atı vardı Vahap Emmimin, sonra onu rahmetli Ali Rıza Amcam almıştı. Çok zeki bir attı. Komutlardan anlardı. Amcamın oğlu Seçkin’in bu al ata “Aloş” adını taktığını hatırlarım. Çok severdi o atı Seçkin. Şimdi yola çıksam köye gitsem, o günler olsa; Seçkin de, Ali Rıza Amcamın al atına seslense “Aloş gel Aloş” … Seyretsem o çocuğun sabahtan akşama kadar “Aloş”un  peşinden koşturduğunu.

Anşa anımın “konur” ineği vardı mesela. Sütünün bol olduğunu düşünürdüm. Konur rengini yanık rengi olarak tarif edebilirim sanırım. Kızıl ile siyah arası bir renk olurdu konur… Bir de ebeş ineği vardı. Sarıya yakın kahverenginde olurdu ebeş inek. Hatta aşağılamak için kumral tenli insanlara da ebeş dendiği de olurdu.

Koyunlarımızı da renkleri ile ayırt ederdik. Ben koyun sağımında anneme yardım ederdim. Biz ona koyun başı tutmak derdik. Anam -elleri dert görmeyesi- koyun sağarken bana seslerdi: Karabaş koyunu getir! Yavrum kariyeş koyunu sıkmadım onu getir. Yok yok alabaş koyunu getir. Bütün koyunların renkle karışık bir adı yahut belirlemesi olurdu. Gerçi bizim koyunumuz az olduğu için böyleydi belki de çok koyunları olanlar nasıl ayırt ederdi bilmem.

Renkleri düşündükçe süregelen hayat insanın gözünün önüne geliveriyor. Bahar gelip kar kalkmaya başlayınca ekinler güverir (yeşerir) göcek halini alırdı. Etraf çiğdem çiçek dolardı. Bozkırda yeşilin envai türlüsünü görürsün gün dönümüne kadar.

Sonra iklim yaza döner, bozkır hakkını verir etraf bomboz bir renge bürünürdü. Boz rengi tarifi ne zordur doğrusu. Kül rengi desen tam değil, toprak rengi desen değil, gri desen değil. Hülasası Bomboz bir şey işte.. :D

Bozkırın rengi aslına (yani boza) döndüğünde ekinler “sararmaya” başlardı mesela… Bozkırın sıcağını yiyen ekin tarlalarında başağa dönmüş buğdaylar, başlarını saygıdan eğiliyormuş hissini uyandırırdı insanda. Çok severim başağa dönmüş buğdayları o sebep… Asil gelir bana medeniyetin temeli tahılın bulunmasıdır. İnsanlık tarihi kadar eskidir. Ve Buğday bu asaletiyle değil saygısıyla sevdirir kendini bana…

Bu arada renkler bazen ilginç bir hal alır. Dil bilimci dostlarım benden daha iyi bilirler. Lakin bu “kara” kelimesinin renkten her zaman fazlası olduğunu düşünmüşümdür. Örneğin cenazesi zuhur ettiğinde “karalı gün” gelmiş demektir. Yahut kötü günler yaşandığında da kara günlerden dem vurulurdu. Bu karalı günlerde al yeşil giymek ayıp sayılırdı.

Ama ben en çok maviyi severim. Gökyüzüne bakar özgürlüğü hayal ederdim. Küçük göletlerde suyun rengi maviye döndüğünde de serinlik hissi uyandırır bende. Mavi ile Yeşil karıştırılır mıydı bilmem ama sanki her ikisine de “Göö” derlerdi. Göö gözlü insanların nazarının çok daha fazla değebileceğini düşünürlerdi bozkırın insanı…

Şimdi medeniyetin ortasındayız. Bakıyorum renklerimiz de değişmiş, adı da değişmiş. Ne doğan güne, ne batan güneşe hükmümüz geçiyor. Yuvarlandık gidiyoruz hayat telaşı içinde. Lakin giden günün ömürden olduğunu fark da etmiyoruz.

Söze Cahit Sıtkı ile başladık onunla bitirelim:

GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN

Ne doğan güne hükmüm geçer,

Ne halden anlayan bulunur;

Ah aklımdan ölümüm geçer;

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül Tanrısına der ki:

- Pervam yok verdiğin elemden;

Her mihnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden!

Bu vesile selam ve saygılarımı sunuyorum.

Bu haber toplam 1224 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.