Sırrı Süreyya Önder öldü. Bunu böyle düz söylemek bile insana garip geliyor. Çünkü onun gibi her şeye gülerek bakan, her ciddiyeti bozan bir adamın ölümünü bu kadar ciddi bir cümleyle söylemek, sanki ona ters düşmek gibi. Ama gerçek şu: Artık aramızda yok. Gerçi giderken bile aklında birkaç espri olduğuna eminim. Meclis kürsüsünden Adıyaman sokaklarına, film setlerinden direniş alanlarına uzanan o ses sustu. Ama bıraktığı cümleler hâlâ burada dolaşıyor.

Bir Siyasetçi mi, Bir Senarist mi? Yoksa Sadece ‘Sırrı Abi’ mi?

Sırrı Süreyya Önder’i bir mesleğe, bir sıfata sığdırmak kolay değil. Yönetmen desen eksik kalır. Beynelmilel ve O… Çocukları filmleriyle sinema dünyasına damgasını vurdu. Senarist desen yeterli olmaz. Oyuncu, yapımcı, gazeteci… E bir de milletvekili oldu, Meclis Başkanvekilliği yaptı. Ama o kürsüde bir siyasetçiden çok bir halk ozanı gibiydi. Şiir okurdu, türkü söylerdi, fıkra anlatırdı. “Sırrı Abi” derdi herkes ona. Çünkü o hiç “milletvekiliyim” demedi. “Sokakların vekiliyim” dedi, orada kaldı.

Mizahı Direniş Biçimi Yapan Adam

Onun en güçlü silahı mizahıydı. Siyasi tartışmalarda bağırmazdı, bir espri patlatırdı. Gülerek konuşur, bir cümleyle altını oyardı. Bir keresinde Meclis’te yabancı bir konuğu tanıtırken Kmerce “hoş geldiniz” deyip ardından “böylece tutanaklara ‘bilinmeyen bir dil’ yazılmaz” demişti. Küçücük bir cümleyle koca bir eleştiriyi taşırdı. Kızmadan, kırmadan, ama tam yerinden vururdu.

Gezi Parkı direnişinde bir iş makinesinin önüne dikilen ilk milletvekili oydu. Gaz fişeğiyle başından vurulduğunda bile espri yapacak hali vardı. Çünkü onun mizahı, acının içinden çıkardı. “Hayat komik değilse dayanılmaz olur” derdi. Mizah, onun için bir direnme biçimiydi.

Hapisteyken bile neşesini kaybetmedi. “Koğuşun en neşelisi benim” diye yazardı. Duruşmalarda bile mahkeme heyetini güldüren bir adamdı. Ama o esprilerin arkasında hep bir sitem, hep bir adalet arayışı gizliydi. Gülerek direndi, gülerek anlattı.

Barışın Dilini Konuşan, Sokakların Yoldaşı

Önder sadece mizah ustası değil, aynı zamanda barışın sesiydi. Çözüm sürecinde İmralı heyetinde yer aldı. Barış kelimesini bir slogan olmaktan çıkarıp bir yaşam diline çevirmeye çalıştı. Çatışmadan değil, konuşmadan yanaydı. “Bir halk kendi hikâyesine inanmadıkça, başka hikâyelerde rol alamaz” derdi. Bize kendi hikâyemize inanmayı öğütledi.

Ama o sadece masa başında bir müzakereci değildi. Halkın sofrasına oturan, semaverden çay dolduran, kaldırımda oturan bir adamdı. Meclis’in koltuklarından çok sokakların taşlarına aitti. O yüzden vefat haberi duyulunca herkes, hangi görüşten olursa olsun, “bir dostumuzu kaybettik” dedi. Çünkü o Meclis’ten konuşan bir vekilden fazlasıydı; bizden biriydi.

Ve şimdi geriye gülümseyen bir yüz, ezber bozan cümleler, hafızalara kazınmış sözler kaldı. Bazı insanlar aramızdan gider ama cümleleri hep burada kalır. Sırrı Süreyya Önder de öyle biriydi. O sustu, ama kahkahası hâlâ kulağımızda.

Hoşça kal Sırrı Abi. Meclis’in en komik cümlesi seninle sustu. Ama inan, o cümle hiç unutulmayacak.