Bugün ülkemizde, geleceğimiz olan gençlerin gözlerindeki ışığın sönmeye yüz tuttuğunu fark ediyoruz. Bir yanda işsizlik ve geleceğe dair belirsizlik, diğer yanda adil bir sistemin varlığına olan inancın giderek kaybolması…

Bu durum yalnızca kişilerin değil, tüm toplumun ruh sağlığını etkileyen derin bir yara haline geldi. Umut yerini çaresizliğe, dayanışma ise yerini çıkar ilişkilerine bırakıyor.Ve üzülerek söylüyorum ki; Ülkemizin psikoljisi  bozuk...

Her yıl binlerce üniversite mezunu, iş bulma umuduyla hayata atılmaya çalışıyor. Ancak karşılarına çıkan tablo iç açıcı değil: İşsizlik oranlarının yükselişi, mezunların alanları dışında iş bulmaya mecbur kalması ve liyakatin giderek önemini yitirmesi… Yıllarca emek verdikleri eğitim süreci, onlar için bir umut yerine hayal kırıklığına dönüşüyor. Artık gençler, “Okumak gerçekten bir şey değiştiriyor mu?” sorusunu kendilerine daha sık soruyor. Daha da kötüsü, bu umutsuzluk onları ülkeden gitme fikrine yöneltiyor. “Beyin göçü” dediğimiz bu olgu, yalnızca bireysel bir çıkış arayışı değil; aynı zamanda ülkenin geleceğine dair çalan bir alarm zili. Gençler, hayallerini başka ülkelerde gerçekleştirme peşinde…

***                   ****                              ***

Diğer yanda ise toplumu derinden sarsan başka bir gerçek var: Çıkar ilişkilerinin giderek normalleşmesi. Torpil, adam kayırma, siyasi bağlantılarla iş bulma…

Tüm bunlar, yalnızca gençlerin değil, toplumun genelinde adil bir sistem beklentisini yok ediyor. Artık insanlar “Hak ettiğimi değil, bağlantılarımı konuşuyorlar” diye düşünüyor. Gençlerin yıllarca okuyup emek vermesine rağmen iş bulamaması, iş bulanların ise liyakatle değil referansla bir yerlere gelmesi onların ruhunda derin yaralar açıyor.

Bu, bireysel hayal kırıklıklarının ötesinde, toplumsal bir güvensizlik ortamı yaratıyor. Herkesin sadece kendi çıkarını düşündüğü bir düzende, toplumsal dayanışma, güven ve ortak gelecek inancı giderek kayboluyor. Maalesef, günümüz de başarı çoğu zaman çalışarak değil, "doğru kişiyi tanıyarak" elde ediliyor. Kamu kurumlarından, özel sektöre kadar pek çok alanda yetenek yerine tanışıklık ön planda tutuluyor. İş dünyasında “Bu işe en uygun kişi kim?” sorusu yerine “Bu kişi kimlerin yakını?” sorusu soruluyor. Bu da yalnızca gençlerin değil, tüm toplumun motivasyonunu derinden sarsıyor. İnsanlar, çalışarak bir yerlere gelemeyeceklerine inandıkça üretkenlikten ve çabadan uzaklaşıyor.

Tüm bu sorunlar için, toplumun artık hiçbir şeye tepki vermemesi en vahim olanı. İşsizlik, liyakatsizlik, adaletsizlik herkesin gözü önünde yaşanıyor; ancak çoğu insan "Beni ilgilendirmez" diyerek kenara çekiliyor. Haksızlığa uğrayan sesini çıkaramıyor, çünkü “Bir şey değişmez” düşüncesi zihinlere kazınmış durumda…

Peki, tüm bunların içinde çözüm nerede? Belki de en başa dönüp, kaybolan güveni yeniden inşa etmekte…

 Adaletin, liyakatin ve emeğin gerçekten karşılık bulduğu bir sistem olmadan, ne gençlerin umudu yeşerecek ne de toplumun geleceğe dair inancı yeniden güçlenecek.

Türkiye’nin ruh hali düzeltilmeli; çünkü bir ülkenin en büyük kaybı, gençlerinin umutsuzluk içinde kayboluşu...