BERRİN NUROĞLU

BERRİN NUROĞLU

AKİF’İN FASULYE AŞI

AKİF’İN FASULYE AŞI

Zemherinin en şiddetli geçen gecelerinden birinde, Ankara’nın sessiz sokaklarında yürüyen bir adam karşıdan titreyerek gelen yoksulu görünce, tereddütsüz çıkardı paltosunu giydirdi garibe… Ceketinin yakasını kaldırıp devam etti yoluna, buz gibi soğuğa inat, içini alev alev yakan düşünceleriyle ….

Kaçıncı defa yürüyordu bu dar ve çamurlu yollarda, ülkesinin, toplumunun dertlerini kendine dert edinmiş Mehmet Akif Ersoy… Osmanlının son yıllarında dünyaya gelmiş, bu zor yılların bütün yükünü, çilesini bir ömür boyu taşımıştı yüreğinde… O, içinde bulunduğu toplumun çözülmemesi, birlik ve beraberliğini kaybetmemesi için mücadele etmişti. Kalemiyle meydan okumuştu, haksız gördüğü her şeye… Kalbinde kopan fırtınaları dökmüştü şiirlerine… Şairi Azam’dı ve şiir gibi bir ömür yaşamıştı… Özü sözü bir, inandığı doğrudan hiç bir zaman sapmamış, her daim sözünün eri olmuştu….

Öyle ki günlerden bir gün arkadaşı Fatih Can ile uzun bir sohbetin ardından ertesi günde buluşup hasbihal için sözleşirler… Fakat ertesi gün çok şiddetli bir yağmur yağar, bu yağmurda Akif gelmez diyerek evden çıkmayan Fatih Can , kapısında sırılsıklam olmuş Mehmet Akif’i görünce çok şaşırır. ‘’Bir söz ya ölüm ya da ona yakın bir felakette yerine getirilmezse mazur görülebilir’’ diyerek sitem eder Akif arkadaşına…

Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif için söz vermenin ne kadar kıymetli olduğunu şöyle anlatır; ‘’Baytar Mektebinde okurken Akif ile yakın dostu Hasan Efendi, birbirlerine kim erken ölürse diğeri onun çocuklarına bakacak sözü vermişlerdi. Bir gün Akif’in evinde sekiz çocuk görmüştüm, kendi beş çocuğunun yanında üç çocuk daha vardı, anladım ki Hasan Efendi vefat edince Akif söz verdiği üzere, onun çocuklarını da yanına almış.’’

İnandığı gibi yaşamıştı Mehmet Akif Ersoy, bildiği doğrudan hiç kimse döndüremezdi onu, bir gün yazdıklarından dolayı eleştiri alınca, masasındaki fasulye aşını göstermiş; ‘’Ben fasulye aşı yemeye razı olduktan sonra kimseden korkmam’’ diyerek kararlılığını belirtmişti.

Birinci Dünya Savaşının yaşandığı zor günlerde, Necid çöllerinde bulunan Mehmet Akif, bir yandan bölge halkını Osmanlının yanında kalmaları için ikna etmeye çalışırken bir yandan da cephelerden gelecek iyi bir haber beklemekteydi. Bu umutla Kuşçubaşı Eşref ile El Muazzam İstasyonuna gelmişlerdi. Nihayet Kuşçubaşı Eşref, Çanakkale cephesinin kazanıldığını müjdeleyen bir telgraf alır. Bu haberi duyan Akif, koşarak Kuşçubaşının çadırına gelir, hemen orada bulduğu bir ibrikle abdest alır ve çölde şükür namazına durur. Ancak secdesi o kadar uzun sürer ki Kuşçubaşı merak içinde yanına gider ve Akif’in gözyaşlarıyla kumu ıslattığını görür… Secdeden kalkan Akif çadıra gelir, bir kalem ve kağıt bulup ‘’Çanakkale’’ şiirini yazmaya başlar..

Mehmet Akif Ersoy, hiç görmediği Çanakkale cephesindeki kıyameti; ‘’Ölüm indirmede gökler , ölü püskürmede yer……..savrulur enkaaz-ı beşer’’ dizeleriyle sanki oradaymış ve bütün yaşananları görmüş gibi anlatır. Körpecik Anadolu gençlerinin yedi düvele karşı adeta etten duvar ördüklerini kalemiyle destanlaştırır.

Her zaman haksızlığa karşı durmuş olan Akif, Anadolu’ya yapılan haksız işgallere de karşı çıkmış, Milli Mücadelede Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yanında yer almıştı. Burdur Milletvekili olarak Ankara’da bulunan Mehmet Akif Ersoy halka verdiği vaazlarla, işgallere karşı direnişi destekliyor, milli birlik ve beraberlik çağrısında bulunuyordu.

İşte bu zor günlerde zaman zaman ordunun ve halkın morali bozuluyor, umutlar kırılıyordu. Bağımsızlık inancının yeniden tazelenmesi, ordunun cesaretlenmesi için bir marşa ihtiyaç duyulmuştu. Zira, seremonilerde söylediğimiz bir marşımız yoktu.. Osmanlı heyeti İngiltere’ye Reşadiye Zırhlısını teslim almaya gittiğinde, yapılan seremonide İngilizlerin orkestrası kendi milli marşlarını çalarken, Osmanlı Heyeti bir milli marşları olmadığı için, bütün denizcilerinin bildiği ‘’Entarisi ala benziyor’’ türküsünü söylemişti.

Mustafa Kemal’in bir milli marş yazılması isteği ile, dönemin milli eğitim bakanlığı tarafından gazetelere ilan verdirilerek bir şiir yarışması düzenlenmiş ve beş yüz lira da para ödülü koyulmuştu. Yarışmaya çok sayıda şiir katılmış, ancak ‘’Çanakkale ‘’ şiirinin şairi Mehmet Akif Ersoy’un katılmaması dikkat çekmişti.

Bu durumu merak eden Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Taceddin dergahında kalan Akif’i ziyaret etmiş, ve para ödülünü etik bulmadığı için yarışmaya katılmadığını öğrenmişti... Paranın bir hayır kurumuna bağışlanması kaydıyla, Mehmet Akif ikna edilmiş ve yarışmaya katılması sağlanmıştı..

İstiklal Marşının ilk sözleri mum ışığında Taceddin dergahının duvarlarına kazılmıştı. Türk Milletinin özgürlük mücadelesi Akif’in güçlü kalemiyle, dünyada eşi benzeri olmayan bir marşa dönüşmüştü. 12 Mart 1921’de Büyük Millet Meclisinde, 724 şiir arasından birincilikle seçilmiş, milletvekillerinin ayakta coşkulu alkışları eşliğinde, defalarca Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından okunmuştu..

Türk Milletine, İstiklal Marşını hediye eden Mehmet Akif Ersoy, bu eşsiz eserini, şiirlerinin yer aldığı ‘’Safahat’’ kitabına da koymamıştır. Böylece kendisinin ve ailesinin İstiklal Marşından en ufak bir gelir veya telif almasını engellemiştir, ve ‘’Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın’’ diyerek dua etmiştir.

Türk Tarihinin Mihenk Taşlarından birisi de Mehmet Akif Ersoy’dur. O, Türk milletinin yaşadığı bütün acılarını, hüsranlarını kalbinde taşımış, bir milletin küllerinden yeniden doğması mücadelesinde var olmuş, bu durumu güçlü kalemiyle destanlaştırmıştır.

Bu yazı toplam 9250 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
BERRİN NUROĞLU Arşivi
SON YAZILAR