MUTLULUK TEĞET GEÇTİ
Kiminin Allah vergisi sesiyle, kiminin Allah vergisi tipiyle, para kazandığı bu dünyada eşitlik mümkün müydü?
Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez köylerinde, kaderine terk edilmiş binlerce insan, çıplak ayaklı, boş mideli, hani şu bizim donsuz çocuklar… Yolu yok, dünyadan haberi yok, hatta içecek temiz suyu yok… Kapısı, çok uzun yıllardır, sadece öşür vergisi almak için ya da asker ihtiyacı olduğunda çalınan köylüler….
Bu unutulan insanlara, siz değerlisiniz, siz önemlisiniz diyen Mustafa Kemal ATATÜRK… Yaptığı inkılaplar ile bütün yurttaşlarının eşit haklara sahip olmasını sağlamış, köylünün sırtında ağır bir yük olan öşür vergisini kaldırmış, ‘’Köylü milletin efendisidir’’ diyerek onları onore etmiş.
ATATÜRK’ün en büyük isteği ise, bu köylerin eğitimden gerektiği gibi faydalanmaları, bir an önce hayata karışıp, dünyadan haberdar olmalarıydı. Cehaletle savaş, O’nun en büyük savaşıydı. Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, en önemli sorunun köylere gidecek yeterli sayıda öğretmen olmadığını söylediğinde, Mustafa Kemal’in teklifiyle okuma yazmayı bilen çavuşlardan yararlanmaya karar verdiler.. Projenin başına İsmail Hakkı Tonguç getirildi… Eskişehir Çiftelerde altı ay eğitim gören 85 çavuş, kendi köylerine eğitmen olarak döndüler. Gündüzleri çocuklara, geceleri de yetişkinlere okuma yazmayı öğretiyorlardı.. Ayrıca kendilerine verilen toprağı işleyerek köylüye örnek oluyorlardı...
Ancak köylerdeki öğretmen sorunu, çavuşlarla uzun süre yürütülemeyecekti. Bu duruma mutlaka kalıcı bir çözüm bulunması gerektiği Mustafa Kemal’in hasta yatağından heyecanla takip ettiği çok önemli bir mesele idi.
Eğitmen projesinden bir yıl sonra, köylere öğretmen yetiştiren özel bir okul kurulmasına karar verildi. Çavuşların eğitmen olarak yetiştirildiği Çifteler , bu okul için merkez olarak seçilmişti. 1937de ilkokulu bitirmiş kırk köylü çocuğu, bu okula, babalarının zar zor tedarik ettiği otuz lirayı kayıt için yatırmış, ayaklarında yırtık çarıkları, yamalı elbiseleriyle ilk fotoğraflarını çektirmişlerdi.. Onlar, Eskişehir Çiftelerin yetiştireceği eğitim neferlerinin ilkleriydi.
Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olmasıyla birlikte, 17 Nisan 1940 yılında 3803 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri projesinin ana hatları belirlenmişti. Türkiye’yi tarım şartlarına göre 21 bölgeye ayırarak bu bölgelerin en uygun yerlerine Köy Enstitüleri kurulacak, böylece köyün kalkınması için gerekli öğretmenler yetiştirilecekti. Bu öğretmenler mezun olduklarında kendi köylerine gidecek orada 20 yıl zorunlu hizmet vereceklerdi. Köylerinde sadece okuma yazma öğretmeyecekler, köylüye modern tekniklerle tarım yapmayı, hasta tedavisinden, marangozluğa kadar demircilik, el işleri, biçki dikiş, yemek gibi bir çok alanda bilgi vereceklerdi. Bu şekilde köyler tarım dışındaki iş alanlarıyla da tanıştırılacaklardı. Mezun olan her öğretmene gidecekleri köyün ihtiyacına göre 150 parça alet veriliyordu...
Enstitü binalarının bazıları öğretmenler ve öğrencilerin işbirliği ile yapılmıştı. Bu küçük eller su olukları açmış, çivi çakmış, kireç eritmişler , harç yapıp, kalas taşımışlardı… Boş ve çorak araziler tarıma elverişli hale getirilmiş, böylece bozkırlar yeşermeye başlamış, etraflarına ışık saçıyorlardı.
Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine
Milletin her kazancı, milletin kesesine
Toplandık has çiftçinin, ATATÜRK’ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesine
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz
Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz……………….
‘’İş içinde eğitim ‘’ modelinin uygulandığı enstitülerde, öğrenciler yaşayarak öğreniyorlardı, buğdayın tohumdan sofraya ekmek olarak geldiği bütün aşamaları bizzat öğrenciler tarafından yapılıyordu. Beş yıllık eğitim süresinin yarısında kültür dersleri, dörtte birinde tarım dersleri ve çalışmaları, dörtte birinde de sanat ve teknik dersler yer alıyordu. Müfredat enstitülerin kuruldukları bölgelerin özelliklerine göre değişebiliyordu, bazı bölgelerde balıkçılık öğretilirken, bazı bölgelerde ise arıcılık öğretiliyordu.
Öğrenciler her sabah güne zeybek havası ile başlıyor, okulun önündeki meydanda toplanıp beraber halay çekiyor, türküler söylüyorlardı . Yüzyıllardır ‘’ Çok gülersen başına bir şey gelir’’ diyerek aldatılmış, sindirilmiş hayatlar neşeyle tanışıyor, gülmenin, gülümsemenin birbirlerine verdiği enerjiyle, mutlulukla güne başlıyorlardı. Kahvaltının ardından serbest okuma saatine geçiliyordu, her öğrencinin bir yılda 25 dünya klasiği okuma zorunluluğu vardı.
Bu serbest okuma saatlerinde isteyen öğrencilere, müzik öğretmenleri tarafından bağlama, mandolin, keman, akordeon dersleri veriliyordu. Öğrenciler bağlama derslerini zaman zaman enstitüleri birer birer gezen Aşık Veysel’den alıyorlardı.
Öğretmenden öğrenciye herkesin aynı üniformayı giyip, aynı işleri beraber yaptığı enstitülerde, tam bir eşitlik ve adalet hakim idi. Enstitülerin yönetme genelgesinde bulunan bir madde ise çok önemlidir. ’’Hiçbir öğretmen hiçbir öğrenciye el kaldıramaz, kötü söz söyleyemez aksi halde öğrencinin de aynı şekilde cevap verme hakkı vardır.’’ Her cumartesi öğretmenler, müdürler ve öğrencilerin katılımıyla yapılan toplantılarda, geçen haftanın değerlendirilmesi olur, yapılan yanlışlıklar eleştirilir ve savunma herkesin ortasında, alanda olurdu.
İkinci dünya savaşının getirdiği ekonomik sıkıntılar nedeniyle gramla ekmek yiyen, gelişme çağında olmalarına rağmen tam olarak doyamayan öğrenciler, bir gün enstitüye ziyarete gelen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye kendilerinden farklı bir yemek verilince , bu durumu cumartesi toplantısında eleştirmişlerdi, eleştiriye cevap veren Enstitü Müdürü, İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu için değil de şeker hastası olduğu için kendisine diyet yemeği verildiğini söyleyerek konuyu açıklığa kavuşturmuştu.
Köy Enstitülerinin adeta birer ‘’Atom Karınca ‘’ gibi yetiştirdikleri bu öğrenciler sayesinde köyler, bilmedikleri bir çok şeyle tanışıyor, hayata karışıyor, dünyayı anlamaya başlıyorlardı. Yüzyıllardır kaderine terk edilmiş, cehalet içindeki bu insanlar her geçen gün daha da aydınlanıyor, sorguluyor, düşünüyordu. Aydınlanmanın köyden bu şekilde başlaması, göçün engellenmesi, köylünün kendi yerinde, köyünde kalkınması demekti..
Bozkırların yeşerip, etrafına ışık saçması çok kısa sürdü, ABD’nin Türkiye’ye yapacağı Marshall Yardımının şartlarından biri de Köy Enstitülerinin kapatılması oldu. Bu okullardan mezun olup Doğu’daki köylere giden öğretmenler köy ağalarını dinlemeyip, sömürüye karşı çıkınca, ağalar da harekete geçip Adnan Menderes ile irtibat kurdular. Köy Enstitülerinin kapatılması karşılığında oylarını Adnan Menderes’e vereceklerini söylediler. Bu ağalardan biri olan 258 köyün sahibi Kinyas Kartal yıllar sonra bir gazeteye verdiği röportajda Köy Enstitülerinin kapatılmasındaki etkin rolünü anlatmıştı.
Ancak esas kabak solcuların başına patlamıştı, bu okulların birer komünizm yuvası olduğu iddia edilmiş, okuldaki bazı uygulamalar eleştirilmiş, öğretmenler bu sebepten suçlanmıştı. Zaten ‘’nalla mıh arasında’’ okumaya çalışan bu çocukların yolunu kapatmak için sanki herkes işbirliği yapmıştı..
Ülkedeki seçim yarışında CHP ve Demokrat Partinin en önemli seçim malzemesi Köy Enstitüleri olmuştu….Söz konusu iktidar olunca, babaların, annelerin öz evlatlarını bile katlettikleri örneklerle doludur tarih….. Dört bir yandan çevrilen Köy Enstitüleri çaresizdi, ilk olarak içeriği değiştirilip (1947) özünden uzaklaştırılmış, daha sonra 1954 yılında da tamamen kapatılmışlardır.
Yeşeren bozkırların artık her biri yangın yerine dönmüştü..
Mustafa Kemal ATATÜRK 10 Kasım 1938’de vefat ederken arkasında küllerinden yeniden doğmuş bir millet ve tam bağımsız bir Türkiye bırakmıştı. O, unutulmuş köylüyü milletin efendisi yapmış, yaptığı inkılaplar ile halkını eşitlemişti..
İnsana ve tüm doğaya karşı saygı ve sevginin temel ilke olarak öğretildiği bu kurumlar dünyada eşi benzeri olmayan tamamen Türkiye’ye özgü idiler… Tek başımıza mutlu olamayacağımız bu dünyada, hep beraber mutlu olmanın, topluca kalkınmanın, aydınlanmanın anahtarı idiler….
Oysaki, Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla köyler yeniden karanlığa terk edilmişti, kızlar çocuk gelin olmaya, tecavüz edenler değil de tecavüze uğrayanlar öldürülüp gömülmeye devam edilmiş, binlerce köylü doymak için Almanya’nın çerini, çöpünü, lağımını temizlemeye gitmiş, iş için ülkesinden, doğduğu köyünden, eşinden dostundan ayrılmak zorunda kalmıştı… Köylerden şehirlere büyük göçler başlamış, işçiden, hizmetçiye, patronların tetikçiliğinden, genelevlerin sermayesine kadar hep köylüler olmuştu... Gecekondulaşma, şehirlerdeki alt yapı sorunları başlamış, bunlar daha da büyük sorunlara yol açmış, toplumsal çürüme hız kazanmıştır…..
Bu dünyayı daha iyi yapmanın yegane şartı eğitimdir, iyi insanlar istiyorsak önce iyi insanlar yetiştirmeliyiz. İnsanoğlu bilmediği, öğrenmediği bir şeyi isteyemez, önce güzellikleri, iyiyi öğrenmeliyiz ki, onları istemeyi de bilelim….
Sağlık ve mutluluk dileklerimle……..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.