Şadi Ada Telli
At Gözlükleri Yaratıcılığı Boğuyor
Bugün farklı bir yazıyla karşınızdayım. Kendi köşemde genellikle bilim, teknoloji ve mühendislikten bahsederim; ama bu kez kalemi bir kenara bırakıp içimden geleni anlatmak istiyorum. Çünkü artık bazı şeylere sessiz kalmak bana dürüst gelmiyor. Bu yazı ne bir siyasi eleştiri ne de bir taraf bildirisi, sadece elimizdeki verilere bakarak, bu ülkenin gençleri adına bir “uyanış çağrısı”.
Son yıllarda Türkiye’de gençlerin yaratıcılık, üretkenlik ve özgüven göstergelerinde ciddi bir düşüş gözlemleniyor. OECD’nin (Organisation for Economic Co-Operation and Development) yani Türkçe karşılığıyla Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün 2024 verilerine göre, Türk gençleri arasında kendini ifade etmede zorlanan oranı %63, Avrupa ortalaması ise yalnızca %22. Bu farkın nedeni sadece ekonomik değil; kültürel baskı, adaletsizlik hissi ve umutsuzluk gibi daha derin duygusal faktörler var.
Birçok genç artık kendini güvende hissettiği bir liman arıyor. Bu liman kimi için dini bir inanç sistemi, kimi için göç hayali, kimi içinse içe kapanmak oluyor. Dinin bireysel yaşamda baskın hale gelmesi, birçok durumda bireysel karar alma mekanizmalarını daraltıyor. İnsanlar artık neye inandıklarını değil, kime inanacaklarını sorguluyor ve bu düşünme refleksini köreltiyor.
Eğitimde sorgulamanın yerini ezber, fikir üretmenin yerini başarılı görünmek aldı. Yaratıcılığın azaldığı toplumlarda bilim gelişmez, sanat soluklaşır, mühendis üretmez. Bugün Avrupa üniversitelerinde Türk öğrencilerin uyum sürecinde özgüven eksikliği yaşadığı raporlanıyor. Bunun nedeni zekâ değil; çünkü bu topraklar düşünmeyi bilen, ama düşündüğü için susturulan insanlarla dolu. Sorun, bu zihinlerin özgür düşünmeye alan bulamaması. Gençler fikir üretme yetilerini kaybettiğinde, sorun sadece bireysel başarısızlık değildir; bu, toplumun geleceğinin sessizce erimesi demektir.
Küresel güçlerin medya, tüketim ve algoritma oyunlarıyla bilinci uyutulmuş bir nesle dönüşüyoruz. Telefonlarımız, bizim yerimize düşünen yapay zekâlarla dolu ama biz kendi fikirlerimizi unutuyoruz. Sosyal medyanın sürekli beğeni odaklı, tek tip düşünceyi ödüllendiren yapısı, gençleri kendi seslerini dinlemekten alıkoyuyor. Yaratıcılık artık lüks değil, hayatta kalma becerisi ve biz bunu yitiriyoruz.
Bu yazıyı bir karamsarlık metni olarak değil, bir sorgulama metni olarak okuyun. Gerçeklerle yüzleşmek, umutsuzluğa kapılmak değildir. Aksine, bilinci yeniden harekete geçirmenin ilk adımıdır. Bu ülkenin gençleri olarak hâlâ düşünebiliyor, şüphe duyabiliyor ve üretebiliyoruz ama bunu yapabilmek için önce gürültüyü susturmak, dayatılmış fikirleri bir kenara bırakmak ve sorgulamaktan korkmamamız gerekiyor.
Düşünmek ve sorgulamak tehlikeli değil; aksine, yaşadığımız çağda en değerli silahımız. Yaratıcılığı öldüren, sadece ezber ve korku. Türkiye Cumhuriyeti, laik bir yapıya sahiptir ve bu sayede biz gençler, inançlarımız, fikirlerimiz veya dünya görüşlerimiz ne olursa olsun özgürce düşünebiliyor, sorgulayabiliyor ve üretebiliyoruz. Özgürlük, sadece var olmak değil; fikirlerimizi cesurca ortaya koyabilmek. Her birimiz, her düşünce ve her fikir bir başlangıç. Görevimiz, bu başlangıçları görmezden gelmek değil, onları beslemek ve çoğaltmak. Çünkü bir toplumun çöküşü, fikir üretmeyi bıraktığı anda başlar; yeniden doğuşu ise bir kişi bile “neden?” diye sorduğunda.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.